25 Ocak 2015 Pazar

DOMESTİK HAYAT OH NE RAHAT!

Hayatımın fazlasıyla domestik olduğu doğru ama rahat kısmını kafiye olsun diye yazdım tabiî ki!

Bir oda içinde sınırlı sayıda insan görerek geçiriyorum günlerimi. İlk zamanlara göre daha sık nefes alacak alan yaratıyor bana ailem ve eşim şüphesiz ama artık ruhum domestik. Eskiden de biraz böyleydim aslında. Bu yüzden çok yormuyor beni bu temposuzluk. Fazlasıyla kendine yeten bir insan olmanın avantajını böyle bir durumda yaşayacağımı hayal edemezdim tabiî ki.

Günler burada hızlı geçiyor. Gün çok erken başlıyor, erken bitiyor. Oyun, yemek, çizgi film derken akşam oluyor. Sabah 7-8’de kalkıp bayağı askeri disiplin içinde odayı topluyoruz. Hijyen buradaki göbek adımız. Kendimiz hazırlanıyoruz. Ali’nin kahvaltısı, bizim kahvaltımız derken 10.00’da doktorumuz geliyor. Güzel bir haber duyma ya da en azından kötü bir haber duymama heyecanı ile her gün bekliyoruz kurtarıcımızı. O gider gitmez Ali’nin uyku saati ve günün ilk kahvesi.

Uyuduğu süreyi, kendim için bir şey yapmakla yapmamak arasında harcıyorum genelde. Zira tam bir şey yapmak isterken oda servisi, temizlik, hemşire ablalarının ayak seslerini takip edip kapıya dikilmek, cümle aleme uyuduğunu ilan etmek suretiyle zamanımı harcayabiliyorum. Bazen bu can siperane halim işe yaramıyor ve bol gıcırtılı bir kapı sesi ile onun uykusu benim de planlarım hayal olup uçuyor.

Bu durumlardan fırsat buldukça kitap okuyorum. Çünkü en büyük terapim bu. Her zaman öyleydi. Hayattan kopma biçimim, benim antidepresanım bu. Enerji topluyorum bu sürede. Çünkü öğlen oluyor ve maraton tekrar devam ediyor. Yemek, oyun, serum yoksa koridorlarda  “spor”…

Hayal gücü lazım. Öyle herhangi oyunlar avutmuyor günlerce bir sandalye ve yatak arasında mekik dokuyan bir çocuğu. Taslara sular koyup çılgınca ıslanırsa veya ilaç kutularını veya mutfak eşyalarını oyuncak diye verirsen belki biraz… Serum çıktıysa da hasta arabası ile koşmaca. Yürüyemediğinden değil, sadece oyun olsun diye binmeyi seviyor. Gerçi günlerce yürümeyince, yürüyemediği veya canının istemediği oluyor mutlaka ama olur o kadar.

Enerji sarfiyatı yüksek bir öğlen geçirdikten sonra sakinleşiyoruz. Yatak üstünde lego, belki biraz televizyon. Çok şükür 5 oldu. Çay saati. Çaya hiçbir bağlılığım yok ama burada böyle anlara bağlılık yaşıyor insan. Kendine özel bir keyif anı yaratmışsın ve o an gelmiş gibi… Oldum olası keyif severim. Ali Bey biraz kendi takılsın anne nefes alsın anı. Bazen müsaade ediyor, bazen etmiyor.

Sonra yine bazen uyku bazen akşam hazırlığı devam işte… Arif geliyor. 18’deki erken akşam yemeğinden sonra 19’a kadar her şeyi halledip uykuya geçiyoruz. Bebeğim uyuyor ve bizim için gün tekrar başlıyor. Birer çay/kahve içip köşelerimize çekiliyoruz. Maç/kitap/film… Belki biraz oksijen. Arkadaş varsa iki lafın belini kırma… Mütemadiyen yazmak… Erken uyku…

Ve yine gün doğuyor. Günler böyle geçiyor. Tabi bu sıradan bir günümüz. Yoksa anneanne, teyzenin geldiği daha bol molalı günlerimiz oluyor. Ziyaretçili, şenlikli, bazense hüzünlü günlerimiz oluyor. Ateşli uykusuz gecelerimiz, bazen ameliyathane kapısında heyecanlı bekleyişlerimiz…

Günler, haftalar böyle geçiyor. Hatta mevsimler geçiyor, biz pencereden seyrediyoruz. Geldiğimizde sonbahardı, bir yılbaşı geçirdik, yeni yılın ilk karını gördük burada. Elimizi bile sürmeden kar kalktı, biz hala buradayız. Geldiğimizden beri Ali büyüdü, boyu uzadı. Neredeyse konuşmaya başlayacak. Bugün tam 69 gün oldu. Biliyorum daha çok uzun zaman var… Daha çok mevsimler dönecek bu pencerede… 

BNÇ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder