Hayatımın fazlasıyla domestik
olduğu doğru ama rahat kısmını kafiye olsun diye yazdım tabiî ki!
Bir oda
içinde sınırlı sayıda insan görerek geçiriyorum günlerimi. İlk zamanlara göre
daha sık nefes alacak alan yaratıyor bana ailem ve eşim şüphesiz ama artık
ruhum domestik. Eskiden de biraz böyleydim aslında. Bu yüzden çok yormuyor beni
bu temposuzluk. Fazlasıyla kendine yeten bir insan olmanın avantajını
böyle bir durumda yaşayacağımı hayal edemezdim tabiî ki.
Günler burada hızlı geçiyor. Gün
çok erken başlıyor, erken bitiyor. Oyun, yemek, çizgi film derken akşam oluyor.
Sabah 7-8’de kalkıp bayağı askeri disiplin içinde odayı topluyoruz. Hijyen buradaki
göbek adımız. Kendimiz hazırlanıyoruz. Ali’nin kahvaltısı, bizim kahvaltımız
derken 10.00’da doktorumuz geliyor. Güzel bir haber duyma ya da en azından kötü
bir haber duymama heyecanı ile her gün bekliyoruz kurtarıcımızı. O gider gitmez
Ali’nin uyku saati ve günün ilk kahvesi.
Uyuduğu süreyi, kendim için bir
şey yapmakla yapmamak arasında harcıyorum genelde. Zira tam bir şey yapmak
isterken oda servisi, temizlik, hemşire ablalarının ayak seslerini takip edip
kapıya dikilmek, cümle aleme uyuduğunu ilan etmek suretiyle zamanımı
harcayabiliyorum. Bazen bu can siperane halim işe yaramıyor ve bol gıcırtılı
bir kapı sesi ile onun uykusu benim de planlarım hayal olup uçuyor.
Bu durumlardan fırsat buldukça kitap okuyorum.
Çünkü en büyük terapim bu. Her zaman öyleydi. Hayattan kopma biçimim, benim
antidepresanım bu. Enerji topluyorum bu sürede. Çünkü öğlen oluyor ve maraton
tekrar devam ediyor. Yemek, oyun, serum yoksa koridorlarda “spor”…
Hayal gücü lazım. Öyle herhangi
oyunlar avutmuyor günlerce bir sandalye ve yatak arasında mekik dokuyan bir çocuğu.
Taslara sular koyup çılgınca ıslanırsa veya ilaç kutularını veya mutfak
eşyalarını oyuncak diye verirsen belki biraz… Serum çıktıysa da hasta arabası
ile koşmaca. Yürüyemediğinden değil, sadece oyun olsun diye binmeyi seviyor.
Gerçi günlerce yürümeyince, yürüyemediği veya canının istemediği oluyor mutlaka
ama olur o kadar.
Enerji sarfiyatı yüksek bir öğlen
geçirdikten sonra sakinleşiyoruz. Yatak üstünde lego, belki biraz televizyon.
Çok şükür 5 oldu. Çay saati. Çaya hiçbir bağlılığım yok ama burada böyle anlara
bağlılık yaşıyor insan. Kendine özel bir keyif anı yaratmışsın ve o an gelmiş gibi…
Oldum olası keyif severim. Ali Bey biraz kendi takılsın anne nefes alsın anı.
Bazen müsaade ediyor, bazen etmiyor.
Sonra yine bazen uyku bazen akşam
hazırlığı devam işte… Arif geliyor. 18’deki erken akşam yemeğinden sonra 19’a
kadar her şeyi halledip uykuya geçiyoruz. Bebeğim uyuyor ve bizim için gün tekrar
başlıyor. Birer çay/kahve içip köşelerimize çekiliyoruz. Maç/kitap/film… Belki
biraz oksijen. Arkadaş varsa iki lafın belini kırma… Mütemadiyen yazmak… Erken
uyku…
Ve yine gün doğuyor. Günler böyle
geçiyor. Tabi bu sıradan bir günümüz. Yoksa anneanne, teyzenin geldiği daha bol
molalı günlerimiz oluyor. Ziyaretçili, şenlikli, bazense hüzünlü günlerimiz
oluyor. Ateşli uykusuz gecelerimiz, bazen ameliyathane kapısında heyecanlı
bekleyişlerimiz…
Günler, haftalar böyle geçiyor. Hatta
mevsimler geçiyor, biz pencereden seyrediyoruz. Geldiğimizde sonbahardı, bir
yılbaşı geçirdik, yeni yılın ilk karını gördük burada. Elimizi bile sürmeden kar
kalktı, biz hala buradayız. Geldiğimizden beri Ali büyüdü, boyu uzadı. Neredeyse
konuşmaya başlayacak. Bugün tam 69 gün oldu. Biliyorum daha çok uzun zaman var…
Daha çok mevsimler dönecek bu pencerede…
BNÇ