Ali bir süre kemoterapinin yanı
sıra kortizon da kullandı. Kortizonun bir sürü çok ağır, hayatımızı zehreden
yan etkilerinin yanı sıra halk arasında da bilinen iştah açma, kilo aldırma
gibi yan etkileri de var.
Kötülerden hiç bahsetmeyeceğim.
Gerçi iştah kısmı da pek şahane değil ama sonuç sevimli. Bir aylık kürün
ortasında çıkmaya başlayan yan etkilerle yaklaşık 15 günde 3 kiloya yakın kilo
aldı. Bu kadar küçük bir çocuk için inanılmaz bir kilo. Hatırlayın ilk
doğduklarında ayda 1 kilo alırlarsa şahane idi.
Tabi bu kiloyu öyle boş boş
şişmeye almadı. Maşallah öyle bir iştahı oldu ki, zayıf çocuk anneleri hemen
“ay ne güzel” deyiverir. Artık Ali’nin en sevdiği kelime “MaMMaaa”!
Abartı yok, kahvaltı ediyor;
tereyağlı peynirli 2 yumurta. Yanına 2 küçük kutu günlük süt. Bitiyor, ben
mutfağa gidiyorum tabakları bırakıyorum. Geliyorum “MaMMaaa”…
Artık o andan sonra mutfaktan
çıkmak mümkün değil. 24 saate varan bir açlık ile karşı karşıyayız. Bazen böyle başka ne versem diye dolaba baktığım
oluyor. Zira doyurmak hiç kolay değil. Bir de üstüne üstlük şeker ve tuz yasağı
var. Hadi şeker zaten yemiyor ama eline bir kaşar peynir tutuşturamıyorsun tuz
yüzünden.
Evin yemeğinden de yiyemiyor bu
nedenle haliyle. Vallahi bir süre sonra o bizimkilerden değil, biz onunkilerden yemeye başladık. Yoksa hem
ona kaç öğün hem bize hazırlamak mümkün değildi.
Bide bu kadar açlığa yemek
seçiyor haylaz. Zaten bu dönem ile ilgili hastanede dolanan efsaneler vardı.
Bizde eklenmiş olduk. Efendim çocuğun biri gece uyanmış da dolma diye ağlamış,
o saatte hastanede dolma yapmışlar. Acıktı mı aynı anda 9 yumurta yiyen varmış
falan filan…
İlk seferde bize hiçbir şey
olmadığı için bana efsane görünmüş ama meğer abartısız gerçekmiş. Kesin azı yok
fazlası vardır. Bunu gece 04.00'te uyanıp anne mama diye ağlayan çocuğumun
niyetinin ciddi olduğunu görünce anladım.
Her şeyi de yemiyor. Köfte, pilav, tereyağlı
yumurta en garantili olanlar. Henüz konuşmadığı için de deneme yanılmayla anlaşıyoruz.
Yani köfte kızartıp olmadı üstüne yumurta yaptığım oldu mesela. Tabi gece yarısı
olduğunu belirtmeme gerek yok.
Bir gün hastanede de başımıza
geldi ve efsane kadroya dahil olduk. Gecenin bir yarısı kıyametler koptu.
Mutfağı açtırıp yumurta yaptırdık. Bir de “MaMMaaa” haykırışı ile başlayan
sürecin bir bekleme payı yok. Gelene kadar ağlıyor. Yemeği gördüğü anda ise
sevincinden oynayacak gibi. Mama diye ağladığı videoları koyardım ama oldukça
acıklı.
İlk günler böyle geçti, ilacın
dozu arttıkça karbonhidrat ihtiyacımız arttı ve tek aşkımız pilav oldu. Pilav direk şeker olduğundan pek memnun değiliz tabi ama yapacak bir şey yok istiyor. Görseniz şaka gibi anlar. Böyle iştahla pilav yenemez. Bir pilava hayatın
hiçbir döneminde bu kadar sevinilmez. Nasıl bir histir kim bilir. 2 bardaktan
pilav yapıyorum. Bitiyor bir günde. Şaka değil. Hadi besin olsun diye tereyağ,
et suyu sıkıştırıyorum. Hastaneye gelince mutfaktan pilav taşındığı yetmiyormuş
gibi annemler de her gün porsiyonlanmış 5-6 kase pilavı taşıyorlar. Zira
hastane pilavını elinin tersiyle itebiliyor. Bir de böyle gurme bir tarafımız
var. Yani tuhaf tabi, “yese bir dert yemese bir dert” bizimki.
Bayağı bayağı ne yapsak ne
yedirsek diye bir dert var. Bazen öyle tatlı ağlıyor ki. Nedenini düşündükçe
gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum. Güldüğüm de olmuyor değil ama sinir krizi
şeklinde biraz. Bazı gecelerse uyanıp tutturmasın diye altını değiştirmediğim
oluyor. Varın siz düşünün nelere katlanmak daha kolay.
Sonuç, topalak bir oğlum var
artık benimde. Koca gözlü çocuğum oldu Japon, yanaklar balon. Bir de üstüne
keltoş. Böyle esprili bahsetsem de gerçekten tuhaf bir süreç. En azından bu sebeple olması.
Kısa süre önce ilaç
bitti, yakında her şey eskiye dönecek. Bende bütün anneler gibi elimde tabak
koşturacağım ve “Yesene Çocuğummm” diye haykıracağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder