4 Mayıs 2015 Pazartesi

HASTANEDEN HALLER


Ben hep doğal olarak bizden bahsediyorum. Ama biz öyle çokuz ki. Maalesef. Benim gördüklerim, tanıdıklarım da hepsi değil mutlaka. Kimbilir daha nerelerde kimler, ne hikayeler var bizimkinin yanında.

Yeni hastalar geldikçe hastaneye, bir filmi baştan izliyor gibi oluyorum. Genelde iletişime kapalı bir tutum izlesem de bazı gözlere kayıtsız kalamayabiliyorum.
.
Bir sürü anne var. Çocukları hasta. Kiminin lenfoma, kiminin lösemi, kiminin bambaşka aklınıza bile gelemeyecek türler. Genelde odadan çıktığınızda, koridorda telefonla konuşurken karşılaştığımız yüzler. Hepimiz birbirimizin adını, çocuğunun adını, hastalığını, hatta türlü detaylarını bildiğimiz, durumunu personelden takip ettiğimiz halde çoğunlukla tanımıyoruz birbirimizi. Tanımamaya çalışıyoruz. Genelde göz göze gelmemeye çalışmak, eskaza gelinirse de belli belirsiz bir selamlaşmak hakim. Adı konulmamış bir kural gibi bu durum. Ama bunu asla nezaketsizlik olarak nitelendirmiyoruz hiçbirimiz, sadece anlıyoruz. Duymak, anlatmak istemiyoruz belki.

Tabi bu durumun dışında kalan anlar/kişiler oluyor mutlaka. Özellikle ilk zamanlarda. Yeni gelen hastaların yakınları eskilerin aksine karşılaşacak bir göz arıyorlar. Yeni karşılaştığı çaresizliğe yardım edebilecek biri var mı diye belkide. Belki güzel bir söz duyma umudu, belki ortak derdin yarattığı yakınlık hali.

Öyle biri geldiği zaman o her halinden yeni öğrendiği ve baş etmeye çalıştığı belli anneye gidip sarılmak istiyorum. Tuhaf ama aynen böyle oluyor. Birdenbire birisi size ağlayarak sarılabiliyor. Yani iki uç durum aynı yerde aynı anda ve aynı nedenle yaşanabiliyor. Aynı dert yüzünden hem birbirini arayan hem de birbirinden kaçan insanlar topluluğu.

Tabiki destek olmak çok önemli ancak herkesin kendi derdi varken bu oldukça zor. Başkasının derdini de kaldırabilecek durumda olamayabiliyor insan. Haberlerde duyduğumuz bir habere bile üzülürken, yan odandaki çocuğun derdi bazen senin derdini unutturabiliyor. Orada moral bozukluğu en son istenen şey. Bu nedenle iletişimin de ölçülü olması gerçekten şart. Çünkü orada dertler paylaştıkça azalmıyor, aksine büyüyor.

Bunlar nereden mi çıktı?      
  
Dün tanıştığım bir anne var aklımda. Yeni öğrenmişti, ağlıyordu. Beynim filmi başa sardı. Orada kendimi gördüm yeniden. 6 ay önceyi. Birini empati yapıp anlamak deriz ya hep lafta. Ben onu öyle anladım ki, ona sarılıp sakinleştirmek istedim. Çünkü kafasından geçenleri biliyorum. Sorular, cevapsız sorular.  Ali’yi gösterdim ona. Koşuyordu koridorda. Bir an için işe yaradı.

Ona o gün biri bana söylese rahatlayacağım şeyleri söyledim. “Bu hastalığın tedavisi var, bu hastalıktan kurtulan çocuklar var. İnternetten hiçbir bilgiyi okuma, doğru yerdesin, doğru doktorda, doğru hastanedesin. Doktorun her söylediğini, kurtulma rakamlarını, ihtimalleri düşünme. Bunlar sadece ihtimal.”Duymak istenen bu kadar basit şeyler aslında. Bu boşa ümit vermek değil. Gerçekler. Çünkü o annenin aklında tek şey var. Çocuğunu kaybetme ihtimali. Ağlarken bunu söylüyordu. “ Oğlumu kaybediyorum”.

Doktor bana da “oğlun çok küçük olduğu için tedavi sırasında ilaçların yan etkileri nedeniyle organları dayanamayabilir, hastaların % 10’unu böyle kaybediyoruz.” demişti. Aynen bu cümleyi kurdu. Orda keşke biri bana bunun sadece bir ihtimal olduğunu, doktorun her şeyi söylemekle yükümlü olduğunu söyleseydi diye geçirdim içinden. Bu yüzden ben ona söyledim.

Neyse. Bu tedaviyi alan koşan bir çocuk ve ağlamayan bir anne görmek onu rahatlattı sanırım. Ama ben o gece, bütün gece onu düşündüm. Muhtemelen uyumadığını ve neler düşündüğünü bilerek…  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder