Ben hep doğal olarak bizden
bahsediyorum. Ama biz öyle çokuz ki. Maalesef. Benim gördüklerim, tanıdıklarım
da hepsi değil mutlaka. Kimbilir daha nerelerde kimler, ne hikayeler var
bizimkinin yanında.
Yeni hastalar geldikçe hastaneye,
bir filmi baştan izliyor gibi oluyorum. Genelde iletişime kapalı bir tutum
izlesem de bazı gözlere kayıtsız kalamayabiliyorum.
.
Bir sürü anne var. Çocukları
hasta. Kiminin lenfoma, kiminin lösemi, kiminin bambaşka aklınıza bile
gelemeyecek türler. Genelde odadan çıktığınızda, koridorda telefonla konuşurken
karşılaştığımız yüzler. Hepimiz birbirimizin adını, çocuğunun adını,
hastalığını, hatta türlü detaylarını bildiğimiz, durumunu personelden takip
ettiğimiz halde çoğunlukla tanımıyoruz birbirimizi. Tanımamaya çalışıyoruz. Genelde
göz göze gelmemeye çalışmak, eskaza gelinirse de belli belirsiz bir selamlaşmak
hakim. Adı konulmamış bir kural gibi bu durum. Ama bunu asla nezaketsizlik
olarak nitelendirmiyoruz hiçbirimiz, sadece anlıyoruz. Duymak, anlatmak
istemiyoruz belki.
Tabi bu durumun dışında kalan
anlar/kişiler oluyor mutlaka. Özellikle ilk zamanlarda. Yeni gelen hastaların
yakınları eskilerin aksine karşılaşacak bir göz arıyorlar. Yeni karşılaştığı
çaresizliğe yardım edebilecek biri var mı diye belkide. Belki güzel bir söz
duyma umudu, belki ortak derdin yarattığı yakınlık hali.
Öyle biri geldiği zaman o her
halinden yeni öğrendiği ve baş etmeye çalıştığı belli anneye gidip sarılmak
istiyorum. Tuhaf ama aynen böyle oluyor. Birdenbire birisi size ağlayarak
sarılabiliyor. Yani iki uç durum aynı yerde aynı anda ve aynı nedenle
yaşanabiliyor. Aynı dert yüzünden hem birbirini arayan hem de birbirinden kaçan
insanlar topluluğu.
Tabiki destek olmak çok önemli
ancak herkesin kendi derdi varken bu oldukça zor. Başkasının derdini de
kaldırabilecek durumda olamayabiliyor insan. Haberlerde duyduğumuz bir habere
bile üzülürken, yan odandaki çocuğun derdi bazen senin derdini unutturabiliyor.
Orada moral bozukluğu en son istenen şey. Bu nedenle iletişimin de ölçülü
olması gerçekten şart. Çünkü orada dertler paylaştıkça azalmıyor, aksine
büyüyor.
Bunlar nereden mi çıktı?
Dün tanıştığım bir anne var
aklımda. Yeni öğrenmişti, ağlıyordu. Beynim filmi başa sardı. Orada kendimi
gördüm yeniden. 6 ay önceyi. Birini empati yapıp anlamak deriz ya hep lafta.
Ben onu öyle anladım ki, ona sarılıp sakinleştirmek istedim. Çünkü kafasından
geçenleri biliyorum. Sorular, cevapsız sorular.
Ali’yi gösterdim ona. Koşuyordu koridorda. Bir an için işe yaradı.
Ona o gün biri bana söylese
rahatlayacağım şeyleri söyledim. “Bu hastalığın tedavisi var, bu hastalıktan
kurtulan çocuklar var. İnternetten hiçbir bilgiyi okuma, doğru yerdesin, doğru
doktorda, doğru hastanedesin. Doktorun her söylediğini, kurtulma rakamlarını,
ihtimalleri düşünme. Bunlar sadece ihtimal.”Duymak istenen bu kadar basit şeyler aslında.
Bu boşa ümit vermek değil. Gerçekler. Çünkü o annenin aklında tek şey var.
Çocuğunu kaybetme ihtimali. Ağlarken bunu söylüyordu. “ Oğlumu kaybediyorum”.
Doktor bana da “oğlun çok küçük
olduğu için tedavi sırasında ilaçların yan etkileri nedeniyle organları
dayanamayabilir, hastaların % 10’unu böyle kaybediyoruz.” demişti. Aynen bu
cümleyi kurdu. Orda keşke biri bana bunun sadece bir ihtimal olduğunu, doktorun
her şeyi söylemekle yükümlü olduğunu söyleseydi diye geçirdim içinden. Bu
yüzden ben ona söyledim.
Neyse. Bu tedaviyi alan koşan
bir çocuk ve ağlamayan bir anne görmek onu rahatlattı sanırım. Ama ben o gece, bütün
gece onu düşündüm. Muhtemelen uyumadığını ve neler düşündüğünü bilerek…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder